İsviçre Alevi Topluluğu - İAT
Description
İsviçre Alevi Topluluğu - İAT
Tell your friends
RECENT FACEBOOK POSTS
facebook.comCemevlerine ilişkin önemli bir karar Danıştay, 23.07.2017 tarihinde İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin Erenler Eğitim ve Kültür Vakfı'nın elektrik giderlerinin Diyanet bütçesinden karşılanmasına yönelik yerel mahkemenin verdiği kararı onadı. AİHM içtihatlarına vurgu yaparak İnsan hakları ve inanç özgürlüğü uyarısında bulunan Danıştay, kararında şu ifadelere yer verdi: "1982 Anayasası, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile yüksek mahkeme kararları ve ilgili mevzuatın bir bütün olarak incelenmesinden: herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyası düşüncei felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu, herkesin düşünme, vicdan ve din hürriyetine sahip olduğu, bu hakkın, din veya kanaat değiştirme hürriyetini ve alenen veya hususi tarzda ibadet ve ayin veya öğretimini yapmak suretiyle Devlet organları ve idare makamlarının, bütün işlemlerinde, kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmesi gerektiğini, ayrımcılığın yasaklandığı, toplumun ibadetine açılmış ve ücretsiz girilen ibadethanelere ilişkin aydınlatma giderlerinin, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanacağı sonucuna varıldığı....” Hükümet tarafından Alevi örgütlerine verilen sözler, ve AİHM kararına rağmen hiçbir adım atılmadı. Aradan geçen bunca zamana rağmen Türkiye'de cemevlerinin resmi ibadethane sayılması konusunda hukuki olarak hiçbir eylemde bulunulmadı. AİHM kararında Türkiye’de Alevilerin din özgürlüğü haklarının ihlal edildiğine ve kendilerine dini planda ayrımcılık yapıldığına dikkat çekilmişti. Bu karar AİHM ve Anayasa amir hükümlerine getirilen özgürlükçü bir yaklaşım. Önemli olan bundan sonra yerel kamu idaresinin tavrı ve yaklaşımıdır. Kararın bağlayıcılığı ve hukuki zorunluluğu var. Bunun acilen yerine getirilmesi gerekiyor. Tabii şimdilik bütün Cemevlerinin müracaat edip masraflarının karşılanmasını Diyanetten istemesi gerekli.
2 temmuz 1993 Sivas'ta Pir Sultan Abdal etkinliği ve Madımak oteli katliyamı... 4 temmuz 1980 Çorum katliamı... Her biri kısa Cunhuriyet tarihimizde genç demokrasinin katledildiği kanlı utanç sayfası. 11 haziran 1967 de Malatya/Elbistan Mahsuni Şerif konseri sonrası yapılan saldırıyla başlayıp bugüne kadar süren kardeşin kardeşe düşman olarak gösterildiği, hazin bir alevi karşıtlığı dizisi. Katil ellerin bilinci çıkardığı bu yangınlar ne zaman sönecek? Bugün 2 temmuz 2017... Adaletin yok edilmesi devam ediyor. Her türlü protestonun yasak, “darbe teşebbüsü” damgası hemen vuruluyor, açlık grevi dahil her cins hak arayışının yasadışı sayıldığı mevcut ortamda bir taraftan geçmişi hatırlayalım ve hatırlatalım diğer taraftan da aktif olarak bugünkü provokasyonları etkisiz hale getirelim. Var olma mücadelemiz, çoğulcu demokrasi tam anlamıyla kazanılıncaya kadar devam edecektir. Güneş Ufuktan Bir Gün Doğar/Yürüyelim Arkadaşlar Sesimizi Yer, Gök, Su Dinlesin/Sert Adımlarla Her Yer İnlesin Daha “Adalet” yürüyüşleri gibi nice girişimler yapılması gerekli. Keşke bütün sivil toplum örgütleri referandumdan önce akıl edip bu yürüyüşü yapsaydıkta hile ve hukuksuzlukları “birazcık” önleseydik. Ama olan oldu, inşallah diğer (erken?) seçimler için ders olur. Bugünkü Cumhuriyette Aslı Aydıntaşbaş Adalet yürüyüşü için şu satırları yazıyor: “... referandum sonrasında çok çalışıp büyük bir hayal kırıklığı yaşayan CHP tabanının yeniden ayağa kalkmasına, yeniden dinamizm kazanmasına imkân verdi”. CHP, Türkiye’deki en önemli muhalefeti temsil ediyor ama tek değil. Referandum sonuçları, CHP tabanında olduğu kadar bütün “HAYIR” çephesinde derin bir yılgınlık yaratmıştı. Fakat aynı zamanda Tayyip'in atı alıp Üsküdarı geçmesi kısa bir zafer hatta ters tepen bir sonuç yarattı ve gelecek için “HAYIR” çephesine daha da ümit verdi. Aslı Aydıntaşbaş yazısına şöyle devam ediyor: “... Adalet Yürüyüşü’nün ikinci önemli etkisi, iktidar bloku içinde gidişattan rahatsız olan “ılımlı AKP’liler” üzerinde yarattığı sessiz utanma duygusu. Birkaç hafta önce iktidar bloku içinde gidişattan memnun olmayan, Türkiye’nin normalleşmesi, demokrasiye dönmesi gerektiğini düşünen hatırı sayılır bir kitle olduğunu yazmıştım. Söz ettiğim, son dönemde partinin dışında kalmış “muhalif” kimliğiyle öne çıkan isimler değil; bizzat iktidar ya da parti yönetiminde yer alan, parti aidiyetine sahip çıkan, Tayyip Erdoğan’ın liderliğini kabul eden ancak sessiz sedasız olan biteni içine sindiremeyenler. Gelin bu kitleye “muhalif” değil de “mahcup” diyelim. Kamuoyunun önünde konuşmuyorlar; ancak kendi aralarında mevcut düzenin aşırı baskıcı unsurlarından rahatsız olduklarını, gidişatın yanlış olduğunu fısıldıyorlar. Ben bu kitledeki sessiz mutsuzluğun, orta vadede Türkiye’deki siyasetin geleceği açısından önemli bir dinamik olduğunu düşünüyorum. Kemal Bey’in yürüyüşünün de, sadece CHP tabanına değil, bilerek ya da bilmeden, bu kesimde de bir hissiyatı tetiklediğini düşünüyorum. Ancak eninde sonunda “Çok baskıcı olduk. Yanlış yapıyoruz. Fabrika ayarlarına dönelim” diyenlerin de sırası gelecek... Ya seslerini yükseltecek ve partinin rotasını değiştirecekler ya da zaman içinde partiden uzaklaşacaklar.” Her iki seçimde Türk çoğulcu demokrasisi için önemli neticeler verebilir. Fazla iyimser olmayalım; ancak unutmayın ne Dünya'nı herhangi bir ülkesinde ne de Türkiye’de hiçbir baskı dönemi ilelebet sürmedi. Eninde sonunda vicdan ve adalet bu topraklara geri dönecek... Hedefimizden şaşmadan Ali Ulvi Elöve'nin Gençlik marşıyla “Güneş ufuktan şimdi doğar, Yürüyelim arkadaşlar”.
Sevgili Canlar Cumhuriyet gazetesinde Alican Uludağ imzalı yazı YSK'nın adım adım şaibeyi nasıl kurduğunu çok güzel özetlemiş. Bu, bizi aptal yerine koyan bilinçli bir oyun mu yoksa beceriksizliğin, korkaklığın ve siyasi baskının yarattığı karışıklığın bir sonucu mu? Belki de her ikisinin karışımı bir durum. Olaylar böyle sıralanınca ilgi çekici bir görünüm ortaya çıkıyor. Bu yazıyı okuyunca kendime şu soruyu sordum: Muhalefet partileri, anketlerde HAYIR'ın kazanacağını ilan edilirken iktidarın gizlice bir B planı hazırlayacağını düşünmediler mi? Kirli ellerle siyaset yapanların birdenbire halkoylamasında tarafsız seyirci mi olacaklarını zannettiler? Özeleştiri yapmadan önce aşağıdaki olaylar dizisini herkesin okuması şart. YSK adım adım şaibeyi kurdu Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 16 Nisan referandum sonuçlarını şaibeli hale getiren “mühürsüz oylar geçerlidir” kararıyla ilgili birçok çelişki ve soru işareti ortaya çıktı. Mühürsüz oy kullanılmasının suçunu sandık kurullarına yıkarak işin içinden sıyrılmaya çalışan YSK; bu zamana kadar yapılan seçimlerde yasal şekilde “mühürsüz oylar geçersizdir” kuralını uygularken; bu kararından, yönetim sisteminin değişikliğinin oylandığı referandum sırasında ve “hayır” çıkma ihtimalinin arttığı bir anda vazgeçmesi şüphe yarattı. Kararında mühürsüz oyların “münferit de olsa bazı sandıklarda” olduğunu öne süren YSK, buna ilişkin tam rakam veremedi. YSK, sayım sırasında mühürsüz oyların bazı sandık kurulları tarafından mühürlenmesiyle oluşan “yasa dışı” durumu örtbas etti. İhtiyaçtan fazla “tercih” kaşesi ihalesi yapan YSK’nin referandum sırasında “evet” mührünün kullanılmasına izin vermesi ise seçmen iradesini üstü kapalı olarak “evet”e itti. Ayrıca 16 Nisan günü, yurtdışında kullanılan mühürsüz oylar geçersiz, yurtiçindekilerin ise geçerli sayılması hukuk birliğini zedeledi ve kaosa neden oldu. Tüm bunlara karşılık YSK’nin gerekçeli kararını CHP’nin itirazından sonra, ilçe seçim kurullarına da itirazların sona ermesinden sonra açıklaması “yangından mal mı kaçırılıyor” yorumuna neden oldu. İşte yaşanan süreç ve ortaya çıkan çelişkiler... 1-Arkasında mühür bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” kuralı nereden geliyor? Oy pusulalarının nasıl olacağı 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile düzenlendi. Yasanın 77. maddesine göre oy pusulaları ve zarflar, mühürlü olmak durumunda ve sandık kurulları seçim başlamadan önce mühürlemeyi yapmak zorunda. Yasanın 98 ve 101. maddelerine göre üzerinde sandık kurulu mührü bulunmayan zarf ve oy pusulaları “geçersiz”. Oy pusulalarının mühürlü olacağını düzenleyen 101. maddeyi de bizzat AKP 2010’da değiştirdi. Yani, mühürsüz oyların geçersiz sayılacağı kuralı, tamamen yasal bir düzenleme. 2-YSK’nin tartışmalı kararına kadar olan süreçteki içtihatları nedir? YSK, 2004’ten bu yana istisnasız olarak “arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oyları geçersiz” saydı. Hatta Bitlis’in Güroymak ilçesinde 30 Mart 2014’te yapılan belediye başkanlığı seçiminin, zarfta mühür olmadığı gerekçesiyle iptal edilerek yenilenmesine karar verildi. Kurul, başta 2010 anayasa değişikliği olmak üzere, bu zamana kadar yapılan seçimlerle ilgili hazırladığı genelgelerde, mühür şartını hep aradı. Bununla da yetinmeyen YSK; 16 Nisan referandumunun kurallarını içeren 14 Şubat 2017 tarihli genelgede de “mühürsüz oyların geçersiz sayılacağı” uyarısı yaptı. YSK; eğitimlerde de bu kuralı anlattı. Hatta YSK’nin referandumda nasıl oy kullanılacağına ilişkin sitesine koyduğu tanıtıcı broşürde, oy pusulalarının üzerinde sandık kurulu mührü bulunması gerektiğine işaret edildi. Bu broşür, halen YSK’nin sitesinde bulunuyor. TUTANAK NEDEN SADELEŞTİRİLDİ? 3- Sandık sonuç tutanakları bir hafta kala neden değiştirildi? Referanduma bir hafta kala “Anayasa Değişikliği Halkoylaması Seçimi Sandık Sonuç Tutanağı” sadeleştirildi. Eski sonuç tutanağında yer alan bazı önemli maddeler, referandumla ilgili hazırlanan tutanaklarda yer almadı. İşte çıkarılan o maddeler: - İlçe Seçim Kurulu’ndan alınan toplam oy pusulası sayısı. - Kullanılmayarak artan oy pusulası sayısı. - İtiraz üzerine geçerli sayılan oy pusulası. - İlçe Seçim Kurulu’ndan alınan toplam zarf sayısı. - Kullanılmayarak artan zarf sayısı. - Geçerli sayılan zarf sayısı. - Sandıktan çıkan zarf sayısı. REFERANDUMUN KADERİ DEĞİŞİYOR 4- 16 Nisan günü YSK, ilk olarak hangi kararı, hangi gerekçe ile aldı? Doğu’daki 32 ilde saat 07.00’de, diğer illerde ise 08.00’de oy kullanma işlemi başladı. Her şey yolunda giderken ilk olarak bazı yerlerde tercih mühürü yerine evet kaşesi kullanıldığı haberleri geldi. Ayrıca, oy pusulasının arkası yerine ön yüzüne sandık kurulu mühürü vurulduğu bilgileri YSK’ye akmaya başladı. Kurul, sabah 10.00 gibi toplanarak konuyu karara bağladı ve her iki durumdaki oyların da geçerli olduğuna hükmetti. YSK, bununla da yetinmedi, gerekçesini yazarken, “arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulalarının geçerli olmadığı”, nedeninin de “sahte oy kullanılmasını engellemek” olarak açıklandı. Yani, bu saate kadar hukuk normal şekilde uygulanmaya devam etti. MÜHÜRSÜZLERİN ÇOĞU DOĞU’DA 5- YSK, “mühürsüz oylar geçerlidir” kararını nasıl ve neden aldı? AKP’nin YSK Temsilcisi Recep Özel, AKP Genel Merkezi’nde kurulan Seçim Koordinasyon Merkezi’ne bazı illerde mühürsüz oy kullanıldığı haberleri geldiğini belirterek, 15:30’da YSK’ye başvurdu. Özel; tek sayfalık, basit şekilde yazılmış ve somut olay içermeyen dilekçesinde “mühürsüz oyların geçerli sayılmasını” YSK’den istedi. 11 kişilik YSK de acil olarak toplanarak AKP’li temsilcinin talebini Doğu’da sandıklar kapandıktan 5 dakika sonra kabul etti ve mühürsüz oyları geçerli saydı. Ve bir anda referandumun kaderi değişti. AKP’nin talepte bulunduğu saat ise kritik bir zaman dilimini içeriyordu. AKP Genel Merkezi’ne ulaşan sandık çıkış verileri bu saatlerde anlam kazanmaya başlandı. İddiaya göre hayır oylarının evetle başa baş gittiği anlaşıldı. 6- Karar neden SMS ile gönderildi, neden numara yer almadı? YSK; tercih mührü yerine evet mührü kullanılan oyların geçerli olduğuna ilişkin kararını, 15.54’te SMS ile sandık kurullarına gönderdi. Bu mesajda, söz konusu kararın 559 numaralı karar olduğuna vurgu yapıldı. Ancak aynı YSK, tartışmalı mühür kararını saat 17.06’da sandık kurullarına SMS ile gönderirken, mesajda karar numarası yer almadı. Aynı zamanda kararın bir saat geç gönderilmesi de soru işaretine neden oldu. Ayrıca, böyle tartışmalı bir kararın gerekçesinin aynı gün yazılmaması da düşündürdü. YSK; aynı gün gerekçeyi yazmayarak imzasız, mühürsüz ve numarasız bir kararla referandumu etkiledi. 7- Mühürsüz oyların çoğunun 32 kentten 20’sinde evet çıkan Doğu’da olması rastlantı mı? Referandumda oy kullanmanın batıya göre bir saat erkenden başlayıp 16.00’da sona erdiği Doğu’daki 32 ilden çıkan sonuçlar ilginç. Doğu Karadeniz illerini de kapsayan 32 kentin 20’sinde evet oyları önde çıktı. Gözden uzak olan bu sandıklar 16.00’da açıldığında YSK’nin kararı henüz yayımlanmamıştı. Karar ancak bir saat sonra sandık kurulu başkanlarına gönderildi. Bu illerden çıkan evet oyları da referandumun kılpayı iktidar lehine sonuçlanmasına neden oldu. Geçerli sayılan mühürsüz oyların çoğunluğunun da bu kentlerde kullanıldığı belirtildi. Örneğin Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde 1046 nolu sandıktaki oyların tümünün mühürsüz olduğu öğrenildi. 8- Mühürsüz oyların sayısı nasıl tespit edilecek? Sayıyı tespit etmek şu an için zor. Çünkü YSK, “mühürsüz oylar geçerlidir” kararını alıp bunları sandıklara gönderdiğinde bu karar kesinmiş gibi davrandı. Yani YSK, bu yolla itirazları baştan reddedeceğini de ilan etti. Eğer YSK; mühürsüz oyları geçerli kabul ederken, bunların sayısının evet ve hayırlara dağıtımıyla birlikte tutanak altına alınması talimatı verseydi, sayı belli olacaktı. NEDEN ÜÇÜNCÜ GÜN? 9- Yurtdışındaki mühürsüz oylar neden geçersiz sayıldı? YSK’nin yurtdışı temsilciliği, yurtdışında kullanılan mühürsüz oy ve zarfların geçersiz olduğuna hükmederken, 298 sayılı kanuna atıf yaptı. Ancak aynı saatlerde YSK; önce “mühürsüzler geçersizdir” yorumunu yaptığı 559 sayılı kararı sandık kurulu başkanlarına mesajla gönderdi. Sandık kurulu başkanları, bu yorumdan yola çıkarak mühürsüz oyları geçersiz saymaya başladı. Bu sırada AKP Temsilcisi’nin başvurusu üzerine YSK, bu kez SMS ile “mühürsüz oylar geçerlidir” duyurusunu yaptı. Yani, referandum günü 3 ayrı kararın ortada dolaştığı bir kaos durumu yaşandı. 10- YSK gerekçesini neden 3. gün açıkladı? Gerekçenin açıklandığı 3. gün önemli. Çünkü ilçe seçim kurullarına yapılacak itirazlar için son gündü. Ayrıca CHP’nin başını çektiği parti ve sivil toplum kuruluşları, gerekçe açıklanmadan önce itirazlarını yaptı. YSK; tüm bunlardan sonra gerekçeli kararlarını açıklayarak itirazları boşa düşürdü. İtirazlar, YSK’nin gerekçesi görülmeden yazıldığı için YSK’nin eli güçlendi. 11- Mühür skandalında tek suçlu sandık kurulu başkanları mı? Sorunun kaynağı ne? Hayır. YSK; daha önceki seçimlerde oy pusulalarını ve diğer malzemeleri, 4 gün öncesinden sandık kurulu başkanlarına teslim ediyordu. Ancak Kurul, 16 Nisan referandumu öncesi bu kuralı değiştirerek torbaları seçim sabahı teslim etti. Ancak yasa gereği, oy torbaları sandık kurulu oluşturulduktan sonra referandum günü açılmak zorunda. Burada asıl sorun, referandumda sandık başkanlarının tarafsız memurlardan seçilmesi kuralından vazgeçilerek siyasi partilerin gösterdiği memurlar arasından seçilmesi oldu. Yeterli düzeyde eğitim verilmeyen sandık kurulu başkanları, oy verme işlemi başlamadan oy pusulalarını mühürlemeyi “unutarak” tartışmaların önünü açtı. 12- Mühürsüz oy skandalının zamanlaması neden manidar? CHP; mühürsüz oyların sayısının 2,5 milyon olduğunu iddia etti. YSK ise kararında “Münferit de olsa bazı sandık kurulları”ndaki oyların mühürsüz olduğunu öne sürdü. Yani kurul, sayının çok fazla olmadığını savundu. Daha önceki seçimlerde neden bu tür kriz yaşanmadığı sorusu ise yanıtını bekliyor. 13- YSK’nin fazladan bastırdığı oy pusulalarının ne kadarı iade edildi? Sandığa giden seçmenler için 167 bin 140 sandık kuruldu. YSK’nin seçmen sayısından fazla oy pusulası basmasının nedeni, bazı oy pusulalarının kaybolması durumunda oluşacak açığı gidermekti. Referandum sırasında sandığa gitmeyen seçmenlerin kullanacağı oy pusulaları ile fazladan basılanlar tutanakla YSK’ye iade edilmek zorunda. Fazladan basılan oy pusulalarının sandığa gitmeyen seçmenler yerine kullanıldığı şüphesi var.
Memleketimden seçim manzaraları Çorum’un Boğazkale ilçesinde Alevi köyü Yazır’da tahrip olan okul nedeniyle oy verme işlemi yıllardır okul tuvaletinde yapılıyor. Yurttaşlar 10 yıldır bu durumda oy kullandıklarını, tüm başvurulara karşın bir sonuç alamadıklarını söyleyerek, “Seçim bildirgesinde oyun resmi bir yerde kullanılması isteniyor. Bu nedenle de camide, cemevinde ya da başka bir yerde de kullanamıyoruz. Okuldan da sadece tuvalet ayakta kaldığından burada kullanmaya mecburuz ve yine kullanacağız. Alevi köyü diye buraya hizmet vermek istemiyorlar. Kime başvursak çare olmadı. Seçim günü gelen memurlar da rahatsız oluyor. İnsanlar buna rağmen sandığa gelip oyunu kullanıyor” diyorlar. İşte İstiklâl Savaşını kazanan yurttaşımızın demokrasiyi ayakta tutmak için verdiği mücadeleden bir görüntü. Nerede olursa olsun OYUNUZU KULLANIN.
Sevgili Canlar... Kadınlar gününde İslâm ve Batı kültüründe ilâhî aşkın sembolü haline gelen nadir kadın şair ve tasavvuf ehli Rabia Hatunu da hatırlayalım: “Tanrım! Eğer ben sana cehennem korkusuyla ibadet ediyorsam beni cehennem ateşinde yak! Eğer cennet ümidiyle sana kullukta bulunuyorsam beni ondan mahrum et! Eğer sana olan sevgimden dolayı sana ibadet ediyorsam o zaman senin ezelî cemâlinden beni mahrum etme!” diyen Râbia el-Adeviyye’dir. Basra’dan köle olarak satın alınıp Erzurum’a getirildiğine ve kabrinin Hasan-ı Basrî mahallesinde olduğuna inanılması Râbia’nın Türk kültüründeki canlı izlerinden biridir. Ferîdüddin Attâr’a göre Râbia el-Adeviyye küçük yaşlarda yetim kalır. Basra’da 6 akçe karşılığında köle olarak satın alınır. Gündüzleri ağır işlerde çalıştırılan Râbia geceleri kendisini ibadete verir. Bir gece ibadet ederken efendisi başındaki ışığın bütün odayı aydınlattığını görünce onu âzat eder. Râbia hürriyetine kavuşunca hacca gitmeye karar verir. Rivayete göre Mekke yolunda Kâbe’nin kendisini karşılamaya geldiğini görür ve, “Ben bu evi ne yapayım? Bana bu evin sahibi gerek. O bana, ‘Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım’ diye seslenmişti” der. Râbia el-Adeviyye’nin dünyevî olan her şeyi terkedip kendini Tanrı yoluna adaması ilk sûfîlerde yaygın olan ortak bir tavırdır. Râbia’nın zühd hareketinin tasavvufa dönüşüm sürecinde korku, kaygı ve hüzün yerine sevgi, ümit ve iyimserliğe ağırlık verildiği görülür. Zira insanın korku ve kaygıyla veya herhangi bir menfaat ümidiyle Hakk’ı sevmesi gerçek ilâhî aşk değildir. Gerçek aşk Allah’a aittir (el-hubbü lillâh). Allah kulu sevmedikçe kulun Allah’ı sevmesi mümkün değildir. Bu sevgide herhangi bir ikilik veya menfaat kaygısı yoktur. Râbia Hatun ilâhî aşk anlayışının ibadete bakışına yansımasını “Allah’a ne cehennem korkusu ne de cennet sevgisiyle ibadette bulunurum. Eğer korkudan dolayı amel işlersem kendimi kötü bir ücretli işci sayarım. Ben O’na aşk ve şevkimden dolayı ibadet ediyorum.” sözü ile ifade eder.
Başbakan yardımcısı Sn. Kurtulmuş bu yıl 21 Mart'ta Hz. ALİ'nin doğum gününün kutlanacağını söylemiş. Dersim'de üniversite açılırken o zamanki Cumhurbaşkanı Sn. GÜL Cemevi'ne gitmişti, o gün bu gündür AKP 'den binlerce kere duyduk. Bir Cumhurbaşkanı Cemevi'ne gitti falan diye. Doğrudur Sn. Gül Cem evine gitti ama ardından ne oldu? Devlet büyükleri Muharrem'de oruç açmaya çağırdılar Alevileri, sonra ne oldu? Tabii ki İslam dininin en ulu isimlerinden, Velayetin şahı, Haydar-ı Kerrar Hz. ALİ'nin doğum gününü kutlamak doğru bir iş, ama AİHM davalarının kararlarını hayata geçirmeyen, Din dersini zorunlu tutmaya devam eden, Cem evini ibadethane saymayan, inançlara tüzel kişilik oluşturma hakkı vermeyen, tüm inançlara eşit davranmayan bir ülkede göstermelik davranışlar toplumun ağzına bir parmak bal sürmek gibi oluyor. Ardı gelmeyince, ilişkiler daha çok geriliyor, kırgınlıklar büyüyor. Dileğimiz tabii ki HZ. ALİ 'nin doğum gününün kendisini İslam sayan herkes tarafından kutlanmasıdır, Zaten kendisini İslam olarak tarif edenlerin Hz. Ali'siz bir İslamı yaşamaları ve yaşatmaya çalışmaları da bir eksikliktir. Amma Hz. ALİ hatırlanacak ancak AİHM kararlarına uyulmayacaksa, inançlara tanınan haklar arasındaki farklılıklar kaldırılmayacaksa böyle yarım yamalak şerbet dağıtmalarla, tatlı sözlerle, başı okşanan çocuk muamelesi görmeye Alevi toplumu doyalı epeyi olmuştur. Hatırlatmakta yarar görürüz. Ucu açık bırakılmış bir EVET operasyonu ne AKP'ye beklediğini verir, ne de Alevileri mutlu eder. Bizden söylemesi. İnançlar arasındaki ayrımcılıklar kaldırılana dek yapılacak işleri bir kez daha hatırlatmanın gerektiği kanısındayız. Umarız ülkemizde inançlar konusunda AİHM Kararlarının gereği yerine getirilir. Bize gelince biz pirimizi hiç unutmadık, her zaman hatırladık ve anmaya, onun yolundan gitmeye devam edeceğiz. "Biz Hak,Muhammet, Ali diyenlerdeniz." Doğan Bermek'in Alevi Düşünce Ocağı (ADO) da yayınladığı yazı.
Bambaşka bir Türkiye'ye doğru gidiyoruz Reina katliamı bağıra bağıra geliyorum diyordu. Aydın'da silahlı Noel Baba protestosu, “Efeler, Noel ne ise Hıdrellez de odur!” sloganları, Cübbeli Ahmet Hoca yılbaşı kutlamalarıyla ilgili Twitter hesabında "Sen gavurların bayramını kutlarsan, Allah da başına kafirleri musallat eder!" demesi, Noel Babanın kafasına silah dayayan afişler, tehditler, dünde Milli Gazete'nin attığı 'KutlaMA' başlığı, vb... Diyanet'in cuma günü hütbesinde yılbaşı kutlamaları için "...değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayrimeşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz" ifadelerine yer verilmişti. Cübbeli Ahmet ve Diyanet hedef mi gösteriyordu? Cübbeli Ahmet'in saçmalıkları makaraya alınacak bir durum değil. Diyanet'in asırlarca geriye dönüşün ifadesi olan değerleri daha da ciddiye alınmalı. 21ci yüzyılın Türkiyesinde çağdaş islamî değerler ve felsefesi yerine tarihin derinliklerine gömülü muhafazakar, ilme, akla, mantığa kapalı bir islam yaşatılmak isteniyor. Bu ülkenin vatandaşları ne zaman özgürce, çoğulcu demokrasi değerlerine göre Diyanet ve Tarikat liderleri tarafından hedef gösterilmeden yaşayacaklar? Artık sadece Atatürk karşıtı, Cumhuriyet ve demokrasiden uzaklaşan, içine kapalı bir Türkiye değil birileri bambaşka bir Türkiye inşa ediliyor. Kış uykusundan uyanma zamanı geldi gibi...
Kısa versiyon Alevi Feci bir senenin son günü Demokrasi için, hak ve hukuk, eğitim, ekonomi... velhasıl bütün vatandaşlar için feci geçen bir senenin son gününü yaşıyoruz. Muhalif kavramı eşittir ‘terörist’ oldu. Barışı isteyen insanlara hayat hakkı tanınmıyor. İçişleri Bakanı, “Susturucağız, yok edeceğiz” gibi sözler kullanıyor. Kimi, neyi susturacaksın? İktidar Strasbourg'ta kazandığımız alevi haklarını susturma ve yok etme yolunda. Eğitim görevlisi “Alevileri katledin” diye yazıyor. Üsküdar Belediyesi arabalarında şeriat çağırıları yapılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı ulusal eğitimden uzaklaştırıldı ve okullarda “değerler eğitimi” adı altında Diyanet'in ve Tarikatların ders ve seminerler vermeleri, bağış toplamaları, dini içerikli yayınları dağıtmaları sağlandı. Hatay'da protokoller bile imzalandı. İktidar çıkmaz sokakta, sonunu hazırlıyor. Türkiye mutlaka aydınlığa kavuşacak. Bu 2017 yılında olabilir mi? Belki. Ümit etmek ve cesur adımlar atmamız gerekli. Yeni yılın demokrasi, eşitlik ve özgürlük aydınlığına kavuşacağımız yıl olması temennisiyle.
Tarih tekrar bize Maraş olaylarını mı yaşatacak? Yakın tarihimizde Alevi topluluğunu hedef alan katliamlar yaşadık. Bu katliamlar bir insanlık suçudur. Herbirinin yeri Cumhuriyet Alevi Tarihinde kanla yazılmış acı bir sayfadır . Ancak K.Maraş katliamı diğerlerinden farklı kılan pek çok unsur var. Ön hazırlığının aylar öncesinden yapılması, katledilecek kitlenin evlerinin önceden belirlenmesi, katliama katılacak kitleyi psikolojik olarak hazırlamak için provokatif olayların sahnelenmesi, bir hafta boyunca sürmesi, toplu bir cinnet halini yansıtması, olayın failleri arasında çok sayıda kadın olması, katillerle maktullerin çoğunlukla tanıdık hatta komşu oldukları, kurbanların savaşta bile eşine rastlanmayacak vahşetle katledilmeleri, kurbanların arasında çok sayıda kadın ve çocuğun olması Maraş Katliamı’nı diğer katliamlardan ayıran özellikler. UNUTMAYALIM: Ortaya çıkan MİT belgelerinde, Maraş katliamının başlamasında Milli Türk Talebe Birliği’nin rolünü ortaya koydu. TBMM Başkanı İsmail Kahraman da MTTB’nin bir dönem başkanlığını yapmıştı. TBMM Başkanı olarak mecliste yaptığı basın toplantısında yeni anayasa taslağı konuşulurken Kahraman, "Yeni anayasada Laiklik maddesi olmamalı, dindar bir anayasa olmalı" diyerek pek çok kesimden tepki almıştı. Şu an AKP’de üst düzey görev yapan çok sayıda kişinin MTTB’nin üyeleri olduğu da biliniyor. Bugün kamuoyunun Cübbeli Ahmet hoca olarak bildiği Ahmet Mahmut Ünlü rahatlıkla Yenikapı mitinginde “Ne demokrasisi... biz şeriat istiyoruz” derken şimdide “Türkiye’de bir mezhep çatışması yaratılmaya çalışıldığı”nı söyleyerek şeriata nasıl gidileceğinin yolunu gösteriyor. Gerçekten Türkiye’de içinde bulunduğumuz kaos ortamında din ve siyaset ilişkisinin tehlikeli bir yöne çekildiğini görüyoruz. Üsküdar Belediyesinin organize ettiği bir mitingde “hilafeti kurma” çağırıları yapılması ve bir üniversitede araştırma görevlisinin “Alevileri katledelim” diye twitter yazması oluşturulan “katliam” ortamının deneme atışlarıdır. Bu ufak gibi görünen olayları dikkatle izlemek, üzerine dikkat çekmek ve en ufak belirtide bile kamu oyunu ve alevi topluluğunu acilen uyarmak gerekecek. Başkanlık uğuruna Maraş katliamı gibi inanç çatışmaları çıkarmaya hazır olanlar var. 15 temmuzda bunu Adıyaman ve İstanbul gibi yerlerde silahlı saldırıları gördük. Arkasından “Bu durumu ancak Başkanlık halledebilir” demeye hazır olan eli silahlı bir dizi insan var. Tarih tekrar bize Maraş olaylarını yaşatmak istiyorsa bunu şimdiden değiştirecek tedbirleri alalım.
Suç duyurusu “Türkiye’de yaşayan milyonlarca Alevi insanı, toplumunu daha önce yaşanan katliamları da anımsatarak açıkça hedef göstermiş, katliamla tehdit etmiş ve hakaretlerde bulunmuştur. Yazılan yazıların düşünce ve eleştiri özgürlüğü kapsamından çıktığı tam tersine, toplumun bir kesimine karşı açıkça öfke ve şiddet çağrısı yapıldığı görülmektedir” diyerek Gaziantep Barosu Eski Başkanı Bektaş Şarklı ve avukat kardeşi Ulaş Şarklı, Türkiye'deki Alevileri hedef alan tehditler savuran ve katliam çağrıları yapan araştırma görevlisi Abdulkadir Şen hakkında Gaziantep Cumhuriyet Baş Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Gaziantep Cumhuriyet Baş Savcılığı’na verilen suç duyurusu dilekçesinde 13/12/2016 Tarihinde şüpheli ABDULKADİR ŞEN isimli şahısın,@Abdulkadir Sen isimli Twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda düşünce ve eleştiri özgürlüğü kapsamından çıktığını, tam tersine, toplumun bir kesimine karşı açıkça öfke ve şiddet çağrısı yapıldığı belirtti. Türkiye’de barış ve kardeşlik içerisinde yaşamayı kendine ilke edinmiş bir inancın ve felsefenin bir üyesi ve bireyi olarak böyle bir saldırı tehdidini ve hakareti asla kabul etmemiz düşünülemez. Bu konuda görev de elbette ki, Anayasamızın 2.maddesinde yer alan “hukuk,demokratik ve laik devlet” kapsamında öncelikle Cumhuriyetin Savcılarına aittir. Abdulkadir Şen TCK 216.Madde de düzenlenmiş olan “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlarını alenen işlemiştir. Bu suçların internet dahil basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Türkiye’de yaşayan milyonlarca Alevi’ye yönelik tehdit ve hakaret içerikli aleni paylaşım ve yorumlarda bulunan şüphelinin eylemine uyan suçlara göre kamu davası açılarak, cezalandırılmasını talep ediyor iki avukat. Adalet sisteminin gittikçe yandaş savcı ve hakimlerle doldurulduğunu görsek bile yine de böyle girişimleri yapmak veya desteklemek görevimizdir. Susmak, tehditlere ve katliam çağırılarına tepkisiz kalmak bu tip adamlara "İstediğinizi yapabilirsiniz" demek yerine geçer. İki kardeşe de teşekkürler.
Alevileri katliamla tehdit etti Muş Alparslan Üniversitesi’nde, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fak. Tefsir Anabilim Dalı mezunu araştırma görevlisi Abdülkadir Şen, Alevilere yönelik katliam çağrısında bulunmuş ve tehditler savurmuş. Şen, büyük tepki çeken tweetlerinde şöyle demiş: “Cemevi, Ali, insana saygı, Madımak, hoşgörü diyen ne kadar namussuz mezhepçi varsa Halep’te katillerle beraber. Lanetliler topluluğu…”, “Ey Halep’te çocukları, kadınları, sivilleri korkakça bombalayan rejimi savunan mezhepçiler: Sizi bu coğrafyada yeni Malazgirtler bekliyor”, “Bu coğrafyanın her köşesinde bir Malazgirt yaşanacak. Şah İsmail’in bağnaz mezhepçi piçleri hesap verecek. Şahlaştınız Yavuzlaşacağız”, “Suriye direnişi başarısız olursa savaş Anadolu’da Şah İismail’in mezhepçi vahşileriyle yaşanacak. Herkes hesabını buna göre yapsın”. Sanki Suriye’de masumların kafaları kesen IŞID/DAEŞ Cihatcıları aleviydi. Sanki Aleviler Malazgirt’te Bizans ordusunun bir parçasıydı. Bu üniversite mezunu(!) Abdülkadir Şen’e alevilerin Malazgirt’ten önce ve sonra kim olduklarını ve ne yaşadıklarını hatırlatmak isteriz: 1- 941-42 yılı içerisinde Çin'e doğru yola çıkmış olan Abu Dulaf, en eski yazılı belgelerde Alevi Türklerden bahseden bir diplomattır. Keçe giyimli, çok iyi ata binen ve savaşçı olan bu Bagraç Türklerinin alevi olduğunu, içinde İmam Zeynelabidin oğlu Zeyd için yakılmış ağıtların da yer aldığı batıni anlamda yorumlanmış, Sünni İslama aykırı bir Kuran sakladıklarını yazar. 2- Malazgirt’ten önce 1069’ta Yusuf Has Hacib'in, Kutadgu Bilig (Kutlu Bilgi) adlı yapıtında, “Aleviler birle katılmak ayur (Alevilerin birlikte (bize) katılmasını öğretir)” başlığı altındaki bölüm, Karahanlılar devletinde Alevilerin hatırı sayılır varlığının ve saygınlığının var olduğunu yazar. 3- Alp Arslan’ın 1071 Malazgirt savaşından önce, Selçuklu Kutlumuş ve diğer önderlerin gücü geniş çapta alevi inançlı göçebe Türkmenlere dayanır. 4- Danişmend Ahmed Gazi b. Ali et-Türkmani , 26 ağustos 1071 de Malazgirt Savaşı'na katıldı. 1080 de Bizanslılardan Sivas'ı alarak Danişmendliler Beyliğini kurdu. Anadolu'da kurulan bu ilk Alevi Beyliği 1080–1178 yılları arasında Sivas merkez olmak üzere Çorum, Tokat, Niksar, Amasya, Malatya, Kayseri şehirleri civarındaydı. 5- Romanyalı tarihci Nicolau Jorga “Osmanlı Tarihi” kitabında 8 şubat 1514 tarihli bir Venedik belgesinde, yani Malazgirt savaşından dört buçuk asır sonra ve Çaldıran savaşından 6 ay önce, Osmanlı Anadolusunda ahalinin beşte dördü (%80) Şii-Alevi olarak gösteriliyor. Malazgirt kimin zaferidir? Alevilerin. Kime karşı kazanılmıştır? Bizans’a. Zavallı Abdülkadir Şen Anadolu tarihini bile bilmeden konuşuyor. Ne kadar “yavuzlaşırsanız yavuzlaşın” Yavuz’un bile yok edemediği aleviliği siz mi yok edeceksiniz? Şunu da bilin ki: İslamın geleceği sizin gibilerin değil Hak-Muhammed-Ali yolunda, Batınî-Sufi yoldadır.
Diyanet MİT gibi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 15 Temmuz sonrası cami görevlileri aracılığıyla 38 ülkede FETÖ istihbaratı topladığı ortaya çıktı. Mahmut Lıcalı Yayınlanma tarihi: 08 Aralık 2016 Perşembe, 04:51 Cumhuriyet Gazetesinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın TBMM Darbe Komisyonu’na gönderdiği belgelerde 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ/ PYD’nin yurtdışı yapılanması hakkında 38 farklı ülkede din görevlileri aracılığıyla istihbarat raporları hazırladığı ortaya çıktı. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 11-14 Ekim 2016 tarihlerinde düzenlenen 9. Avrasya İslam Şûrası’na sunulmak üzere yurtdışındaki temsilcilerden istediği raporlar TBMM Darbe Komisyonu’na ulaştırıldı. Bazı raporlarda FETÖ ile ilişkili olan kişilerin fotoğraflarının yer alması da dikkat çekti. Cami görevlileri, din koordinatörü ve din hizmetleri müşavirleri aracılığıyla hazırlanan raporlarda, FETÖ’nün ilgili ülkelerdeki okullar ve dershaneleri; FETÖ ile bağlantılı şirketler, dernekler, vakıflar ve medya kuruluşlarıyla ilgili çok ayrıntılı istihbarat bilgileri yer aldı. 38 farklı ülke hakkında hazırlanan 50’ye yakın raporlardan bazılarında; istihbarat çalışması yapan din görevlileri ve imamların görev yaptığı cami isimleriyle birlikte raporlarda yer alırken; bazı raporlarda ise ilgili ülkenin koordinatör din görevlilerinin isimleri de bulunuyor. Bazı raporlarda; FETÖ’cü kişiler hakkında “2-3 kişi hariç çok nadiren cumaları ve bayramları camiye gelirler”, “Aktif olarak hiçbir faaliyette bulunmasa da halen gönül bağını devam ettirdiği söyleniyor. Ev hanımı” gibi tanımlamalar yapılması dikkat çekti. İmamlardan rapor Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Almanya Köln raporu adıyla komisyona gönderdiği belgede “Köln Din Hizmetleri Ateşeliği 2. Bölge Camileri Avrasya Şûrası Raporları başlığı altında cami görevlileri tarafından hazırlanan raporlar şöyle yer alıyor: “Oberbergischer Kreis ilçesine bağlı olan ve camimizin de bulunduğu Bergneustadt’ta FETÖ’nün eğitim kurumu olarak sadece AKTİVE LERNHİLFE denilen bir dershanesi bulunmaktadır. Burası Oberbergischer Kreis’taki tüm PDY yapılanmasının karargâhı/merkezi kabul edilmektedir. Zekat, kurban, abonelik ve insan kaynakları tüm buradan sevk ve idare edilmektedir. Üye ve yöneticilerinin tamamı camimizin de cemaati olup bu kişilerin desteği ile halen varlığını sürdüren bu fesat yuvası cami hizmetleri hakkında da asılsız tezviratlar yaymakta ve Alman makam ve yerel medyasıyla dirsek teması halinde çalışmalarına devam etmektedir. N.S. Bergneustadt Merkez Camii Din Görevlisi.” Aynı raporda başka bir cami görevlisi ise FETÖ’yle ilişkili kişiler hakkında ayrıntılı bilgileri maddeler halinde sıralarken; cami görevlisinin ismi ve görev yaptığı cami de söz konusu istihbarat bilgilerinin altında “Bölge sorumlusu” “15 Temmuz darbe girişiminden sonra pozisyonunu aynen koruyor” “Kurban, zekat işlerinde aktif rol alıyor” gibi notlara yer verdi. Aynı raporda paylaşılan istihbarat bilgilerinin bazıları şöyle: - B.D. ve C.D.: Bu kişiler daha önce bu bölgede ikamet etmekteyken bu örgüt tarafından Köln bölgesindeki eğitim kurumlarında eğitici olarak istihdam edilmişlerdir. Halen faal olarak görev yaptıkları söyleniyor. - T.Ö.: Üniversite yıllarında bu yapılanmanın evlerinde kalmış, Almanya’ya gelin olarak gelmiştir. Aktif olarak hiçbir faaliyette bulunmasa da halen gönül bağını devam ettirdiği söyleniyor. Ev hanımı. H. A. Fürthen/Sieg Camii Din Görevlisi