DITIB Jugend Spaichingen
Description
Fatih Camii / Hauptstraße 182 / Spaichingen / 78549
Tell your friends
CONTACT
RECENT FACEBOOK POSTS
facebook.comCenâb-ı Hak buyuruyor: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Âl-i İmrân, 110) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Allah Teâlâ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimi çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile iman yoktur.” (Müslim, Îmân 80) Cenâb-ı Hakk’a şükürler olsun ki, biz âciz kullarını meccânen, yâni bir bedel ödemeksizin Habîb-i Ekrem (sav) Efendimiz’in ümmeti olmakla şereflendirdi. Bu ilâhî lutfun hakîkatine ererek, Rasûlullâh (sav)’in muhabbetine ve “kardeşlerim” iltifâtına lâyık olabilmenin yegâne yolu, O’nun Sünnet-i Seniyye’sine sımsıkı sarılarak, vârisleri olan evliyâullâh gibi, -tâkatimiz nisbetinde- nebevî ahlâk ile ahlâklanmaktan geçmektedir. Bu yüzden günümüzde de sahâbîler ve Hak dostları gibi Allâh Rasûlü’nün muhabbetiyle dolup O’nun yüce ahlâkını tahsîle tâlip olmak mecbûriyetindeyiz. Aradan geçen asırlara rağmen onların hiçbir zaman eskimeyecek ve solmayacak güzelliklerini yaşayıp yaşatma gayreti içinde olmalıyız. Zîrâ Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hakîkî ümmeti olma şeref ve bahtiyarlığına liyâkatin bedeli de budur. (Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti, Erkam Yay.) Kısa Günün Kârı Varlıklar âlemini ve bilhassa insanlığın değerini Hazret-i Peygamber’le zirveleştiren, ayrıca O Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi’nin ömrüne yemin ederek O’nu izzet ve şeref menbaı kılan ve bizleri de O’na ümmet olma bahtiyarlığına erdiren Allâh Teâlâ’ya sonsuz hamd ü senâlar olsun!
Sohbetin Ehemmiyeti Cenâb-ı Hak buyuruyor: “(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O’nu (öyle kimseler) tesbih ederler ki; Onlar, ne ticaret ne de alış verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr, 36-37) Rasûlullah (sav) buyurdular: “…Bir grup insan, Allâh’ın evlerinden bir evde toplanır, Allâh’ın Kitâbı’nı okur ve onu aralarında müzâkere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.” (Müslim, Zikr, 38; Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1455; Tirmizî, Kırâat, 10/2945) Bir bilgenin ders halkasının müdâvimlerinden biri, nice seneler sonra, halkayı terketmişti. Haftalar, aylar geçip adam ortalarda gözükmeyince, bilge kişi kendisini ziyârete karar verdi. Mevsim kıştı, adam evde yalnızdı ve evin salonundaki büyük ocakta gürül gürül odun yanıyordu. Bilge kendisini niye ziyaret ettiğini tahmin eden adam, üşümüş olan bilgeyi ocağın başına davet etti, kendisi de birşeyler ikram etmek için mutfağa yöneldi. Ocağın yanıbaşında oturan bilge, gelen ikramı kabul etti, fakat adama hiçbir şey demedi. Sanki adam evde yokmuş, sanki kendi evinde tek başına oturuyormuş gibiydi. Bütün dikkatini ocağa vermiş görünüyordu. Bilge, birkaç dakika sonra maşayı aldı, iyice köz haline gelmiş odunlardan birini ocağın bir kenarına koydu. Sonra minderine oturdu. Hâlâ bir şey söylemiyordu. Kenara konmuş olan közün ateşi yavaş yavaş azaldı, sonra da söndü. Odada çıt çıkmıyordu. İlk baştaki selamlama hariç, bir kelime bile konuşulmuş değildi. Bilge, gitmeye hazırlanırken, sönmüş közü aldı ve yeniden ateşin ortasına koydu. Köz, ateşle ve yanan odunların ısısıyla çabucak parladı. Bilge ayrılmak için kapıya yöneldiğinde, ev sahibi “Sebeb-i ziyaretinizi anlıyorum” dedi. “Ateş dersiniz için de teşekkür ederim. Bundan sonra sohbetlerinizi hiç aksatmayacağım.” (Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yay.) Kısa Günün Kârı Cenâb-ı Hak, kullarının bir araya gelerek âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle müzeyyen bir sohbet meclisi oluşturulmasından hoşnut olur. Bu kullarını kendi katındaki meleklere medheder. Böylece sohbete gelen insanlar, Allah katındaki seçkin meleklerin duâ ve muhabbetine mazhar olurlar.
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “…(Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonun Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.” (Bakara, 148) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.” (Buhârî, Fezâilü’l-ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 34)
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Mallarınızı aranızda bâtıl sebeplerle yemeyin! İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, onları hâkimlere rüşvet olarak vermeyin!” (Bakara, 188) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Allah Teâlâ müttakî, gönlü zengin, kendi hâlinde, işiyle ve ibadetiyle meşgul olan kulunu sever.” (Müslim, Zühd, 11) Gayr-i ahlâkî reklâmlar, iş hayatında câzibeleriyle müşteri çekecek sekreterler, bugünkü ticâri hayatta en çok göze çarpan yanlışlardan bâzıları. Bu gibi faaliyetlerde kazanç hırsıyla dünya menfaati âhiret endişerinin önüne geçmiş olduğundan, nefis; “Bu zamanda bu işler böyle yürür!” diye içi boş mâzeretler üreterek işin haram tarafını gözardı ettiriyor. Hâlbuki hiçbir yanlış adımın, doğru bir mâzeret ve niyeti olamaz. Hele “Ben ileride daha çok hayır yapmak için kazanıyorum.” diyerek haram-helâl ölçülerini çiğnemek, en hayırsız bir yöneliş ve nefsin aldatmacasıdır. Toplumların ve sistemlerin, büyük sermayeler tarafından şekillendirilmesine dayanan kapitalist zihniyetin, hiçbir mânevî tarafı yoktur. Bilâkis o, nefsâniyeti palazlandırdığı için, mâneviyâtı zaafa uğratan bir sistemdir. Zira bu sistem, vicdan sorumluluğu telkin etmez, bilâkis gözyaşı ve merhameti unutturur. İsraf ekonomisine yönelik ticaretten kendimizi muhafaza etmeliyiz. Çünkü israf, konfor ve lüksün artması, toplumu perişan etmektedir. İsraf yönünde dengesiz harcamaları arttıran kredi kartları da iktisâdî tuzaklardır, sömürmedir. İhtiyaçlar buna mâzeret olamaz. Bu öyle bir harcatma tuzağı ki, sırf birileri kazansın diye, fakirleri bile acımasızca bu tuzağın içine çekmektedir. Bu tavır, sadece îmânî bir tehlikeye kapı açmakla kalmayıp toplum ahlâkının çöküşüne de sebep olmaktadır. Bunda ise birinci derecede vebâli bulunanlar, sâde ve mütevâzı bir hayatı tercih etmek yerine, aksine güç gösterisiyle lüks ve israf içinde yaşayan, üstelik mâli imkânları zayıf insanları da bu hayata özendirerek onların şartlarını zorlamalarına sebep olan, gâfil ve menfaatperest zenginlerdir. Dinin başlıca emirlerinden olan tevâzû ahlâkı kaybolup zengin ile fakir arasındaki uçurumu gidermeye medâr olan zekât, sadaka ve infak ortadan kalkınca, toplumda birçok kurbanlar ortaya çıkmaktadır. Yapılan yaldızlı ve yanıltıcı reklâmlar yüzünden nice zavallı insan, gayr-i meşrû yollara tevessül etmek durumunda kalmaktadır. Meselâ fakir bir kızcağıza binbir cilâlı reklâmla: “Sen ancak şu tarz elbiselere ve şu davranışlarla daha çok alâka görürsün. Şöyle yapar ve yaşarsan daha câzibeli olur ve topluma kendini kabul ettirirsin!” gibi aldatıcı telkinler edile edile o kızcağızın dünyası alt-üst ediliyor. Neticede zavallı kızcağız, mâlî gücünün yetmeyeceği bir hayatın hasretine ve hırsına kapılıyor. Fakat arzunu elde edemedikçe, ihtirası daha da körükleniyor ve en sonunda, ne hazindir ki, meşrû olmayan yollara düşerek kendisini toplumun çöplüğünde buluyor… (Osman Nûri Topbaş, Müslümanın Para İle İmtihanı, Erkam Yay.) Kısa Günün Kârı Ruhlarımın huzur bulabilmesi için her şeyden önce “hâle rızâ ve kanaat hazinesi” gibi mânevî hassâsiyetler, gönüllerimizde en büyük zenginlik olarak yerini almalıdır.
Günaydın hayırlı hafta sonları; Âmîn!.. diyen kişi çıkacak 🤔 Rabbimiz bizleri âhirete yüz akı ile göçebilenlerden eylesin. Gönül âlemimizi, Rasûlullah (sav) Efendimiz’in rehberliğinde tezkiye ve terbiyeden geçirmeyi, istikamet üzere bir ömür sürebilmeyi nasîb eylesin. Ömrümüzün her safhasını rızâsına uygun şekilde yaşayıp, son nefeste kelime-i şahâdet ile huzûruna varabilmeyi cümlemize müyesser eylesin!.. Âmîn!..
İtaatteki Gayret Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Kim Allâh’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine lutufta bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ, 69) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Rabbiniz –azze ve celle- buyuruyor ki: Eğer kullarım Bana îcâb ettiği şekilde itaat etseler, Ben onlara yağmuru (dahi) gece yağdırırım, gündüz de üzerlerine güneşi doğdururum. Onlara ayrıca gök gürleme sesini de duyurmam!...” (Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657) Übey bin Kâ’b’ın tâbiînden sayılan oğlu Tufeyl, sahâbîlerle görüşür, onların bilgilerinden istifâde ederdi. Zaman zaman da Abdullâh bin Ömer’i ziyâret eder ve onunla birlikte çarşıya çıkarlardı. Tufeyl, Abdullâh (ra)’ın, Peygamber Efendimiz’in emirlerine itaatteki gayretini şöyle anlatır: “Çarşıya çıktığımızda, Abdullâh bin Ömer kime rastlasa selâm verirdi. Karşılaştığı şahıs ister eski eşya satan, ister değerli mal satan, ister yoksul veya tanınmayan biri olsun, mutlakâ ona selâm verirdi. Bir gün yine onun yanına gitmiştim. Yine birlikte çarşıya çıkmayı teklif etti. Ona: “–Çarşıda ne yapacaksın! Alışverişten anlamazsın. Satılan malların fiyatlarını sormazsın. Bir şey satın almazsın. Herkesin oturup sohbet ettiği yerlerde oturmazsın. Çarşıya çıkacağımıza şurada otur da, birlikte sohbet edelim.” dedim. Bunun üzerine Abdullâh (ra) bana şunları söyledi: “–Kardeşim! Biz, karşılaştığımız kimselere Allâh’ın selâmını vermek için çarşıya çıkıyoruz. Başka bir maksadımız yok.” (Muvatta, Selâm, 6; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 348) Bütün sahâbe-i kirâm, Allâh ve Rasûlü’nün emirlerine itaat husûsunda son derece hassas davranırlardı. Selâmı yaygınlaştırıp muhabbeti ziyâdeleştirerek mü’min gönüllerde îman kardeşliğinin yaşanacağı müstesnâ bir zemîn hâsıl ederlerdi. Lâkin Abdullâh bin Ömer (r.anhümâ)’nın bu husustaki şevk ve heyecânı, dikkatleri celbedecek kadar yüksek derecedeydi. (Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti-1, Erkam Yay.) Kısa sözler Allâh’a muhabbetin en büyük alâmeti O’na itaattir. “Seven, sevdiğine itaat eder.” düstûrunca, Rabbini seven bir mü’min, dâimâ O’na itaat halinde olur. İtaat ve teslîmiyet ile yapılan az bir ibâdet, itaatsizlik ve teslîmiyetsiz yapılan dağlar kadar ibâdetten Hak katında daha makbûldür. Zîrâ kulluk, itaat ve teslîmiyetle başlar. Nitekim şeytan, yüce dergâhtan ibâdet ekslikliği sebebiyle değil, itaat ve teslîmiyet noksanlığından dolayı kovulmuştu.
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmrân, 159) Rasûlullah (sav) buyurdular: “İnsanlardan öyleleri vardır ki onlar hayra anahtardır. Şerre de kilittir. Öyleleri de vardır ki (tersine) onlar şerre anahtardır, hayra kilittirler. Allâhʼın ellerine hayrın anahtarlarını verdiği kimselere ne mutlu! Allâhʼın şerrin anahtarlarını ellerine verdiği kimselere de yazıklar olsun!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 19) Mâbeyn katiplerinden Abdülhâmid bağlısı olmayan birisi hatıralarında anlatıyor: -Bir akşamdı, mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım. Gelen, mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertipleyip huzura çıkmak üzere iken bir telgraf geldi. İstanbul’da Lâleli Postahânesi memurlarından birinin Yıldıza çektiği bir telgrafta, karısının o gece doğum yapacağı, doğumun çok zor olacağına dair doktorlar tarafından dikkat işareti verildiği, elinde hiçbir vasıta bulunmadığı ve merhamet-i şahâneye sığındığını bildiriyordu. Bu mektuba kıymet vermedim ve listeye almadım. Huzurda, padişah âdeti üzere herşeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilave etti: -Başka bir şey var mı? Telgrafı söyledim. Arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı söyledim. Emir verdi: -Hemen getiriniz. Getirdim. Dikkatle okudu. Ve derhal mütehassıs bir tabip ve yavere, doğru Lâleli’ye giderek doğumu kontrol altına almalarını, benim de kendilerine refâkat etmemi ferman etti. Gittik ve işimizi bitirip sabaha karşı döndük. Bir de ne görelim: Hünkâr, bahçe üzerindeki odasında, ışıklar açık, cama vurarak bizi çağırmıyor mu? Sabaha kadar uyumayıp bizi beklediğini anladık. Netîceyi sordu. Doğumun zor olduğunu, fakat müdâhale ile kadının kurtulduğunu, çocuğa “Abdülhamîd” isminin verildiğini, ihsân-ı şâhânenin de âile reisine teslim edildiğini, adamın ağlayarak ömür ve devletlerine dua ettiğini anlattım. Bizi ayakta dinledi. Sadece rahatladığını gösteren bir “oh” çekti. Ve paravanın arkasına geçerek sabah namazına durdu. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2, Erkam Yay.)
Bâtınî günahları kalpten kazıyıp atabilmek, en az zâhirî günahlardan sakınmak kadar mühimdir. Ayrıca hırs, haset, kibir, ucub, riyâ gibi bâtınî haramlar, ekseriyetle hafife alınarak daha fazla işlenmektedir. Hâlbuki mânevî hayatın kanseri olan bu gibi çirkin huylardan korunmak da elzemdir. Lügatçe ifâ: 1. Bir işi yapma, yerine getirme. zâhirî: 1. Görünen, görünürdeki. bâtınî: 1. Gizli, görünmeyen. zarûrî: Zorunlu.
"İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur." (Fussilet, 34) Mevlana Hazretleri şöyle der: "Lûtuf merhemi ol: inciten diken olma! Kimseden bir kötülük gelmesini istemiyorsan: kötü sözlü, kötülük öğreten, kötülük düşünen olma! Her hâlinle amel-i sâlih içinde ol." Ey Büyük Rabbimiz! Bu gün edeceğimiz dualarımızı kabul et ve bizi Makam-I Mahmud’a komşu olmaya mazhar olanlardan eyLe. Günahlarımızı affet hayırLı CumaLar.